
Dinler ve Evrensel ÖÄŸütleri
Din Niçin Evrensel Bir Gerçekliktir?

Evrensel, dünya çapında bütün insanlığı ilgilendiren olay, konu vb. ÅŸeylerdir. GeniÅŸ anlamıyla evrensel denildiÄŸinde insanlık tarihi boyunca her dönemde bütün insanları ilgilendirmiÅŸ olan konular anlaşılır.
Din kavramı insanlık tarihiyle yaşıttır. Tarihin bütün dönemlerinde insanlar dine ilgi duymuÅŸlardır. Tarihte din kadar süreklilik gösteren bir baÅŸka kavram bulmak oldukça zordur. Din en ilkel toplumdan, en geliÅŸmiÅŸine kadar her toplumda var olmuÅŸtur. Bu da dinin evrensel bir gerçeklik olduÄŸunun önemli bir göstergesidir.
Din bir topluma ait, inanç, ibadet ve ahlaki ilkeler bütünüdür. İslam’a göre din, Allah tarafından, insanlara, peygamberler aracılığıyla, iki dünya mutluluÄŸunu saÄŸlamak için gönderilen ilahi kanunlardır.
Dinler genel olarak ikiye ayrılır;
1-İlahi dinler
2-İlahi olmayan dinler
İlahi dinler de orijinal kutsal kitaplarını yitirmiÅŸ olanlar (Yahudilik, Hristiyanlık) ve orijinal kutsal kitabını kaybetmemiÅŸ olan din (İslamiyet) olmak üzere ikiye ayrılır. İlahi olmayan dinler ise; insan kaynaklı olan dinlerdir (Hinduizm, Budizm vb.)
İnsanda din duygusu doÄŸuÅŸtan vardır. Sonradan kazanılmış deÄŸildir. Çünkü her insanda bir kutsal varlığa inanma ve O’na kulluk etme duygusu vardır. Bu özellik, bir duygu halinde insana yaratılışında verilmiÅŸtir. Tarih boyunca insanlar, hiç bir dönemde din duygusundan yoksun olmamışlardır. İster gerçek, isterse batıl olsun mutlaka bir dine baÄŸlanmışlardır. Tarihin her döneminde olduÄŸu gibi bu gün de ilkel düÅŸünceye sahip insanlar bulunmuÅŸtur. Bu gün bile böyle toplumlara rastlamak mümkündür. Bunlar, bazı doÄŸa olaylarında ve varlıklarda insanüstü güçler bulunduÄŸuna inanırlar. İlkel ve yanlış ta olsa bir dine baÄŸlanma, insanda yaratılıştan gelen bir din duygusunun varlığını ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz bir hadis-i ÅŸeriflerinde;
“Her doÄŸan fıtrat üzere (din duygusu ile) doÄŸar. Fakat daha sonra anne ve babası, onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar”
buyurarak her insanda dini kabul edebilme yeteneÄŸinin bulunduÄŸunu fakat daha sonra anne ve babası ve çevresi hangi inanca sahip ise insanın da o dine geçtiÄŸini belirtir.
Din duygusu doÄŸuÅŸtan var olduÄŸuna göre, bu duygunun tatmin edilmesi, dolayısıyla insan ruhunun huzura erebilmesi için, bir dine ihtiyaç vardır. Bu duygunun yerini baÅŸka bir ÅŸey dolduramaz. İnsan beden ve ruhtan meydana gelmiÅŸtir. Nasıl bedenin yeme, içme gibi birtakım ihtiyaçları varsa, ruhun da manevi mutluluÄŸa ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç da din tarafından doldurulur. Ruhun ihtiyacı giderilmezse, insan ve toplumların yapısında büyük yaralar açılır.
İnsan düÅŸünmeye baÅŸladığı andan itibaren “nereden geldim?, nereye gidiyorum?, Öldükten sonra ne olacağım?, Beni kim ve niçin yarattı?” gibi sorulara cevap bulmaya çalışır. ÇoÄŸu zaman da bu soruların cevabını aklıyla bulmaya çalışırsa da akıl, bu gibi soruların cevabını her zaman doÄŸru olarak bulamayabilir. İşte bu gibi soruların cevabı, insanlara doÄŸru ve saÄŸlam bir ÅŸekilde ancak din tarafından verilebilir.
Toplumun mutluluÄŸu ve huzuru için dine ihtiyaç vardır. Din toplumda birlik ve beraberlik, sevgi ve kardeÅŸlik, adalet ve ahlak duygularının geliÅŸmesine ve yerleÅŸmesine katkıda bulunur. Toplumu oluÅŸturan bireyler, karşılıklı olarak birbirlerinin hakkını tanımak, haksızlıktan, zulümden, hoÅŸgörüsüzlükten uzaklaÅŸmak zorundadırlar. Dinden uzaklaÅŸan toplumlarda huzur ve güven kalmaz, anarÅŸi ve kargaÅŸa olur. Yine İnsanların Allah’a karşı ibadet görevlerini yerine getirebilmeleri için yaptıkları ibadetlerin yeri ve zamanını, ÅŸekil ve biçimini ancak din öÄŸretir. Bu konularda dinin dışında herhangi bir kaynaktan bilgi edinebilmemiz mümkün deÄŸildir.
DoÄŸuÅŸtan var olan din duygusu imanla tatmin edilmezse kiÅŸi mutsuz olur. Dinin otoritesi bütün otoritelerin üstündedir. İnanan kiÅŸi, dinin emir ve yasaklarını uyulması gereken kutsal kurallar olarak tanır. Kendisini her zaman ve her yerde bir Yüce Yaratıcının gözetlediÄŸini bildiÄŸi için hareketlerini kontrol eder. Böylece toplum yaÅŸamı bir düzene girer.
Din, birey ve toplumların bir amacı olmasını saÄŸlar. Bu amaç da Yüce bir Yaratıcının emir ve yasaklarına uymak ve böylece O’nun rızasını kazanarak mutlu olmaktır. Bu düÅŸünce insanın yüksek deÄŸerlere ulaÅŸması için çaba harcamaya sevk eder.
İnsan, yalnızlık, çaresizlik, hastalık, ölüm ve felaketler karşısında korkuya kapılır. Bu durumda din insana ümit ve güven saÄŸlayan, onu teselli eden bir sığınak olur. Din her dönemde, insanlığın içine düÅŸtüÄŸü kötü durumlardan kurtulmasını saÄŸlayan bir olgudur. İnsan, din duygusuyla kendisini güven ve huzur içinde hisseder. Din, gücü sınırlı olan insan için bir güç kaynağı olur. ÇeÅŸitli sıkıntılar içerisinde bunalan insana yaÅŸama sevinci ve umudu aşılar.
Din duygusu, insanlık tarihinin baÅŸlangıcından bu güne kadar ortaya çıkan bilim, sanat ve mesleklerin geliÅŸmesine de katkıda bulunmuÅŸtur. ÇeÅŸitli dinlere baÄŸlı olan insanlar kendi dinlerini temsil etmek için görkemli ibadethaneler yapmışlardır.
Din, insanlık tarihi boyunca hep onunla birlikte var olmuÅŸtur. İnsanlık, tarihin hiç bir döneminde dinsiz yaÅŸamamıştır. Hem ruhu tatmin hem de dünya düzeninin saÄŸlanması ve sonuçta ahiret mutluluÄŸuna ulaÅŸmak için dine ihtiyaç vardır ve hiç bir zaman dinsiz yaÅŸanılmayacağı açıktır. Din, insanlığın maddi ve manevi dünyasını zenginleÅŸtirmiÅŸ ve güzelleÅŸtirmiÅŸtir.
NİÇİN BİRDEN ÇOK DİN VARDIR
İslam’a göre ilk din tevhit dinidir. İlk insan Hz. Adem aynı zamanda bir peygamberdir ve Tevhit dininin ilk tebliÄŸcisidir. Hz. Adem Allah’tan aldığı emirleri ilk önce kendi çocuklarına anlatmıştır. Hz. Adem’den itibaren insanlar tek olan Allah’a inanmaya baÅŸlamışlardır. Fakat daha sonra insanlar, Tevhit çizgisinden uzaklaÅŸmışlardır. Tevhit dininden uzaklaÅŸan insanlar, yeni bir takım ÅŸeylere tapınma ihtiyacı içerisinde olmuÅŸlar ve ilkel dinler ortaya çıkmıştır. Böylece insanlar, doÄŸru yoldan ayrılmış, Allah’tan baÅŸka varlıkları tanrı edinmiÅŸlerdir. Yüce Allah’ın Hz. Adem ile insanlara bildirdiÄŸi hak din unutulmuÅŸ, yerini batıl dinler almıştır. İnsanlık, karanlık, cehalet ve ilkelliÄŸe dalmıştır.
Tüm varlıklarda bir ruh olduÄŸuna inanan insanlar daha sonra bu ruhlara tapmaya baÅŸlamışlardır. Bazıları da yaÄŸmur, rüzgar, ÅŸimÅŸek, bulut gibi tabiat kuvvetlerini tanrılaÅŸtırmışlardır. Daha sonra gizli bir takım güçlere inanarak bu güçleri ÅŸekillendirmiÅŸler ve putçulukla birlikte çok tanrıcılık ortaya çıkmıştır. Zamanla çok tanrıcılıktan iki tanrıcılığa ve daha sonra da tek tanrı inancına dönmüÅŸlerdir.
İnsanlar, güneÅŸe, ay ve yıldızlara tapmaya baÅŸlamış, yeryüzündeki olayların nedenini gökyüzünde aramaya baÅŸlamışlardır. Tevhit inancından ayrılan bir grup insan ateÅŸe tapmış, baÅŸka bir grup insan da inandığı tanrılarının bir sembolü olan putlara tapmaya baÅŸlamışlardır. BaÅŸkaları da tek Allah’a inanmakla birlikte O’ndan baÅŸka yedek ilahlar da edinmeye baÅŸlamıştır. Bununla birlikte her dönemde tek Tanrı inancına sahip insanlar da olmuÅŸtur.
Tevhit dininden sapmalar olunca Allah, insanları müjdeleyip inkarcıları korkutacak ve onlara doÄŸru yolu gösterecek yeni peygamberler ve kitaplar göndermiÅŸtir. TebliÄŸ ile görevlendirilen hiç bir peygamber tevhit çizgisinden ayrılmamıştır. Gönderilen dinlerin asılları deÄŸiÅŸmemiÅŸ fakat ayrıntılarda bazı deÄŸiÅŸiklikler olmuÅŸtur. Bu deÄŸiÅŸiklikler de zaman ve mekana göre doÄŸan ihtiyaçlardan kaynaklanmıştır. Sonradan gelen peygamber önceki dine ait bazı hükümleri ortadan kaldırmış, yerine yenisini koymuÅŸtur. Böylece en son din olan İslam ile bu geliÅŸme zirveye ulaÅŸarak tamamlanmıştır. Bu arada inanç esasları deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. Bu nedenle Hz. Adem’in getirdiÄŸi tevhit dini ile Hz. Muhammed’in getirdiÄŸi İslam dininin inançları arasında bir fark yoktur. Her peygamberin getirdiÄŸi inanç sistemiyle tevhit dininin esasları korunmuÅŸtur.
Yüce Allah’ın gönderdiÄŸi Peygamberlerin çaÄŸrısına kimi insanlar uymuÅŸ, kimileri de bu daveti reddedip eski batıl dinlerini devam ettirmiÅŸlerdir. Böylece dünyada hak ve batıl dinler varlıklarını beraberce sürdürüp gitmiÅŸlerdir. Kur’an’da Allah’ın akıl ve irade verdiÄŸi insanlara doÄŸru yolu, inanılması ve uyulması gereken esasları öÄŸretmek için peygamberler gönderildiÄŸi açıkca vurgulanmıştır;
“Åžüphesiz biz seni, müjdeci ve uyarıcı olarak gerçekle gönderdik. GeçmiÅŸ her ümmet içinde mutlaka bir uyarıcı buluna gelmiÅŸtir. EÄŸer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, öncekileri de yalanlamışlardı. Peygamberleri onlara belgeler, sayfalar ve nurlu kitaplar getirmiÅŸlerdi.” (Fatır 24-25)
Gönderilen dinlerin peygamberleri insanlara hak dini kabul ettirebilmek için uzun mücadelelere giriÅŸmiÅŸlerdir. Aslında hiç bir peygamber yoktur ki insanlarla uzun bir mücadele sürecine girmemiÅŸ olsun. Çünkü her toplumda gönderilen hak dini kabul edenler olduÄŸu gibi inkarcılar da çıkmıştır. Kur’an’da pek çok ayette “yalanlayanların sonuna bir bakın” ifadeleri yer almaktadır. Gönderilen dinleri ilk önce kabul etmeyenler olduÄŸu gibi onları daha sonra aslını bozarak deÄŸiÅŸtirenler de olmuÅŸtur. Bu deÄŸiÅŸtirilen dinler Yahudilik ve Hristiyanlık gibi aslında ilahi ve hak din iken daha sonra bozulmuÅŸlardır. Günümüze kadar bozulmadan gelen ve kıyamete kadar da bozulmayacak olan tek din ise İslamiyettir.